Diyet yapan hastalarda vücut kompozisyonundaki seğişim ile metabolik parametrelerdeki değişim arasındaki ilişki; abdominal biyoimpedans yöntemin diğer ölçüm yöntemleri ile karşılaştırılması
Özet
Visseral adipoz doku (VAD) artışı, tip 2 diyabet ve koroner kalp hastalığı başta olmak üzere pek çok morbidite ile ilişkili bulunmuştur. İyi bilinen VAD göstergelerinden olan bel çevresi (BÇ) ve vücut kitle indeksi (VKİ) gibi basit antropometrik ölçümler, VAD düzeyini yansıtmada yetersiz kalmaktadır. VAD'yu ölçen en hassas yöntemler olan bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ise pahalı ve uygulaması zor yöntemlerdir. Ancak son yıllarda VAD değerlendirmesi için basit, non-invaziv ve biyoelektrik impedans analiz (BİA) yöntemi esasına dayanan cihazlar geliştirilmiştir. Abdominal BİA olarak bilinen bu cihaz ile yapılmış çalışmalar, daha çok gelişmiş yöntemler olan BT ve MRG ile karşılaştırıldığı çalışmalardır ve takip çalışmaları çok azdır. Bu çalışmanın temel amacı, diyet ve/veya egzersiz sonucu abdominal BİA cihazı olan AB-140 ViScan ile ölçülen parametrelerdeki değişimin, açlık kan glukozu, açlık insülin düzeyi, HOMA-IR skoru ve lipid profili gibi metabolik parametrelerdeki değişimlerle korelasyonu olup olmadığını saptamak ve abdominal BİA cihazının metabolik parametrelerdeki değişimi göstermede, basit antropometrik ölçümlere ve konvansiyonel BİA yöntemine üstün olup olmadığını saptamaktır.
Çalışmaya, Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalına kilo vermek için başvuran ve en az son bir yıldır diyet veya egzersiz yapmadığını bildiren toplam 274 birey alındı. Gönüllülerin bazal değerlendirmesinin ardından diyet tedavisi verildi ve kontrole gelen yalnızca 103 kişide ikinci değerlendirmeler yapıldı. Bireylerin vücut kompozisyon parametrelerindeki değişim ve laboratuar parametrelerindeki değişim arasındaki korelasyonlar, analiz edildi.
Gönüllülerin %81,6'sı kadın (84 kişi), %18,4'ü erkek (19 kişi) bireylerden oluşmaktaydı ve hastaların ortalama yaşı, 41,8 (±10,5), ortalama VKİ, 29,9 (±5,0) kg/m2 saptandı. Gönüllülerin, ortalama 3,2 (1,9-4,4) ay diyet sonrası, ortalama 3,4 (±2,8) kg kaybettikleri gözlendi. Diyetle VKİ, BÇ, kalça çevresi, boyun çevresi, abdominal BİA ve konvansiyonel BİA ile ölçülen parametreler belirgin azalırken (p<0,001), bel/kalça oranında azalma olmadı (p=0,462). Açlık glukoz, açlık insülin, trigliserit düzeyleri ve HOMA-IR skoru belirgin azalırken (≤0,001), LDL-K düzeyinde anlamlı azalma (p=0,244) ve HDL-K düzeyinde anlamlı artış (p=0,085) olmadı. Vücut ağırlığı, VKİ ve VAD düzeyindeki
ii i
azalmalar ile açlık kan glukozu, açlık insülin düzeyleri ve HOMAIR skorundaki azalmalar arasında pozitif korelasyonlar saptandı (r=0,230-0,371). Bel çevresindeki azalma ile yalnızca açlık kan glukozundaki azalma arasında (r=0,212) ilişki saptanırken; bel çevresindeki azalma ile HOMA-IR skorundaki azalma arasında yalnızca 40 yaş üstü erkeklerde (0,695) korelasyon saptandı. Ayrıca VAD düzeyindeki azalma ve ATPIII kriter sayısındaki azalma arasında anlamlı ilişki (r=0,265) saptanmış olup bu ilişki VA ve VKİ ile kurulamamıştır. Korelasyonların gücünün postmenopozal kadınlarda (r=0,441-0,542) ve 40 yaş üstü erkeklerde (r=0,695-0,876) arttığı saptanmıştır
VA, VKİ, AB-140 ile ölçülen VAD düzeyi ve kısmen bel çevresindeki azalmalar metabolik laboratuar parametrelerindeki değişimi göstermede öne çıkan parametreler olarak izlenmektedir. VA, VKİ ve VAD düzeyi, bel çevresine üstün görünmekle birlikte, birbirlerine belirgin üstünlükleri saptanmamıştır. Ancak VAD düzeyindeki değişimin diğerlerinden farklı olarak, ATPIII kriter sayısındaki azalmayla ilişkili bulunması bu ölçüm yönteminin avantajıdır. Kullanım kolaylığı, operatörden bağımsız olması, zararsız olması, VAD düzeyi hakkında direk fikir vermesi, HOMA-IR skoru, ATPIII kriter sayısı ve diğer metabolik parametrelerdeki değişikliklerle ilişkili olması nedenleri ile abdominal BİA cihazının diyet ve/veya egzersiz yapan hastaların takibinde diğer ölçüm parametreleri ile birlikte kullanılmasını önermekteyiz. Ancak bu durumun daha çok vaka sayısı olan, daha homojen grupların değerlendirildiği prospektif takip çalışmaları ile doğrulanması gerekmektedir.